35. Hafta ve Benim Televizyon Maceralarım...

Babyshower'ı atlattıktan sonra Pazartesi günü dinlenip Pazartesi koştur koştur doktorumuza gittik. Artık iyice büyüdüğünü ve kasıklarımın altında ağırlaştığını hissediyordum. 35. hafta itibari ile artık her an doğurabilirim psikolojisine girdim. doktor hemen muayeneye aldı. Kızımızı inceledi maşallah kilosunu boyunu kalbini midesini safra kesesini ve bilimum organlarını beğendi. Ben tabii beklenen şeyi sordum. Ben bu çocuğu baya aşağıda hissediyorum, normal mi? İşte benim gibi bir manyaa söylenmemesi gereken şeyi söyledi doktor ya da ben öyle sandım. "Evet normalde olması gereken yerden daha aşağıda, 2 hafta sonra burda olmasını bekleriz, zorunda olmadıkça ayakta kalma" dedi ve işte o an benim kafamda deli senaryolar vuku buldu. Ama siz siz olun benim gibi yapmayın diyorum. Şuan hafta 37 ama hala aşağıda ve doğmadı:) demek ki neymiş bebek aşağıda demek birazdan kafası çıkacak demek değilmiş. Ama işte benim için ev istirahati o an başladı. Tabii ki doktor öyle bir şey demedi. Ağrın yoksa sabah akşam yarım saat yürüyüşünü yap dedi. Ama işte bu kafa çıktı çıkacak korkusu yürüyüş harici o hafta beni televizyona bağladı.

Televizyon işi baya mesaisi ve kuralları olan ciddiyetli bir iş. Programını iyi yapman, doğru zamanda doğru kanalda olman lazım yoksa abuk subuk eski dizilere televizyon filmelerine mahkum kalırsın. İşte benim prıogramım. Yazacaklarım bir yana Allah razı olsun, dizileri çeken yayınlayanların elleri dert görmesin. Benim ki eleştiri değil bilakis takdir kışın tüm dizilere devam edicem inşallah.Yoksa napardım bütün gün evde.

"Kitap oku canım ne televizyonu sende"dediniz duydum ama öyle olmuyor işte. televizyon gerçekten insanın beynini uyuşturuyor ve şuan gerçekten ihtiyacım olan şey bu. Roman okuyup başka dünyalara açılasım yok. Benim dünyam Asya ile öyle dolu ki... Kişisel gelişimdi, çocuk bakımıydı bıdbıdları için ise kafam yeterince yorgun. Hayatımda daha önce böyle bir dönem olmadığı ve ikinci hamileliğin de Asya'dan ötürü bu kadar tembelce geçemeyeceği için şimdilik bu halime bayılıyorum. Tüm bunları yaptığım köşem ve ben.


Sabah kalkıp bütün kış izlemeye direndiğin hakimanım ve Mahir'in aşkına maruz kalıyorum. Evet artık bende herkes gibi savcı acılar içinde ölsün istiyorum. (izleyenlerden biliyorum öyle de ölüyormuş) Arkadaş niye bu kadar kötüsün, gidip niye sırf Mahir'in eski nişanlısı diye Ayten'e tecavüz ediyorsun. Zaten olmazdı olum onlar Mahir'le, aralarında 1,5 metreye yakın boy farkı var,yanlış hesap dönecekti Bağdat'tan. Hakimanım gözlerini belerte belerte mahir'e bakıyor, Mahir de böyle ciğere bakan kedi gibi ona bakıyor ya işte arkadan da o meşhur müzik...kesin illümünati bir şey yapmış insanın gözünden yaşlar süzülüyor, sel oluveriyor. Son bölümde arabaları patlıyor hangisi ölüyor bilinmez arkalarından kötü konuşmak gibi olmasın ama ay o torun Nazif ne sevimsiz çocuk. (çocuğa lafım yok, onu sevimsizleştiren senaristlere lafım) Hiç sevmem öyle büyüklerin her lafına karışan çocuk. Çocuksan çocukluğunu bil. Yok ben dedemi istiyorum, yok babam da bizimle kalsın, yok siz beni çocuk mu sanıyorsunuz, yok karadayım öyle yapmaz böyle yapar diye karakola filan gitmeler ağzına çarp otursun. Ay bi de hamileyim böyle hormonlar tavan yapmış. üzmeyin çocuğu diye sosyal hizmetlere haber vericem nerdeyse. Baba var kumarcı Allah'ın eziği, dede var savcı ne kadar kötüyse adam gerçekte olamayacak kadar iyi. Yıllar önce cinayet işlemiş ona bile inanamıyorsun. Anane desen tam dram kadının hayatı. kocası hapis idam cezası almış, oğlu tutuklanmış hapisten kaçmış, öteki oğlu mafya olmuş, damat kumarcı alkolik ama kadın hababam yemek yapma derdinde. her gün de var mutlaka bir kap yemeği sofraya koyacak. Hayranım yani. Böyle böyle saat oldu 12:00. E bir Ender Saraç bir kahvaltı toparlama bir candy crash bir Hay day derken saat 14:00'de Medcezir başladı...



Bütün kış Cuma geceleri Yalan Dünya'dan başka dizi mi olur yea diye izlemediğim konusundan bile bir haber olduğum dizi. Amanın ne çok şey kaçırmışım. Ne kadar da güzelmiş. O Sude'nin, o Mira'nın kıyafetleri, o Ender'in saç rengi, o Selim'in peygamberliğe bir tık kalmış ulviliği (Kendisini kerpeten Ali'den çok severiz zaten) o evler, o arabalar, o dünyanın problemine rağmen güzelliği yitirmeyen çekim kalitesi yüzünden üzülemiyorsun bile. Ama favorim Mert demeden geçemeyeceğim. tam köyün delisi. Kasıntı Yaman'a onbin kere tercih ederdim gençken. Şimdi artık geçti bizden oğlum olsa öyle olsun isterim:) Oh ne güzel hayat yea derken saat oldu 17:00. Amanın şu yeni kuaför yarışması.



Yahu memlekette ne kadar çok değişik kuaför varmış, gerçek mi bunlar diye hayretler içinde bakarken müptelası oluyorsun. Adamın yapacağı saçı bir önceki günün fragmanında hangi akla hizmet bilmiyorum ama gösteren Star TV'ye rağmen merakla izliyorsun. Merak ettiğin adamların konuşmaları. Adam seperasyon, point,ombre diyor ve bunları sanki latince organ adı söyler bir eda ile terim olarak yutturuyor. Biri bu adamlara arada kullanılan ingilizce kelimlerin onları bilgili değil komik gösterdiğini söylemeli. Geçen bir tanesi önce müşteriye özgüven vermeli dedi. Yani türkçe öğretmeni değilim, psikolog da. Ama müşteri özgüveni çocukken ailesinde alamadıysa elinde makaslı bir adamdan 3 saat içinde nasıl alsın. Güven demek istedi anlaşılan. Ama güven sıradan bir kelime, ama özgüven öyle mi. Daha karizmatik. Ama olsun saati yaptı 19:00. Gün bitti. Bu arada Star TV'de çalışan tanıdığı olan varsa Allah rızası için şu yeni dizi Reaksiyon dizisinin fragmanlarını değitrtsin veya daha az yayınlanması konusunda uyarsın. Yakında huniyi takıcam kafama. Reklama girmeden önce tak yayın duruyor ve susmayan sinir bozucu çalan bir telefon sesi...

Yorumlar